Ferhat Göçer Söyleşi

– Hekim Sanatkarlar’dan halkımızın yakından tanıdığı isimlerden birisiniz. Sanatkar kimliğinizle çok büyük bir tanınırlığınız var bununla beraber hekim olduğunuzu bilen insan sayısı da hiç az değil. Bunda hekim kimliğinizi çok özümsemenizin, her platformda iftiharla bunu beyan etmenizin, hekimlerin mesleki saygınlığını arttırmak için gösterdiğiniz duyarlılığın etkili olduğunu düşünüyorum. Kısaca özgeçmişinizden bahsedebilir misiniz?

Tabii bahsedeyim: 1970 Bilecik doğumluyum ilk, orta, lise öğrenimini İzmit’te yaptım sonra İstanbul Tıp Fakültesi’ni kazandım; İstanbul Tıp Fakültesi’ne geldikten sonra tıp fakültesinde okurken konservatuara devam ettim, ikisini birlikte bitirdim, daha sonra Şanlıurfa Devlet Hastanesi’nde mecburi hizmetini yaptım, sonra genel cerrahi ihtisasını yapmak üzere Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne TUS’u kazanıp geldim. Müziğe orada da devam ettik, yüksek lisans yaptım konservatuarda. Bu arada da yavaş yavaş ufak zamanlarımızda profesyonel olarak tiyatro salonlarında operalarda vesaire çalışmalara başladık devlet opera ve balesinde 3 yıl sözleşmeli olarak solistlik yaptım. Bu süreç içerisinde bir repertuar yaptık ve Turkuaz isimli bir ekip kurduk ve Türkiye’de de turnelere başladık. Daha sonra yurt dışı turneleri başladı 2005’e kadar böyle devam etti, uzmanlık, hekimlik devam ederken amatör olarak da böyle müzikle.

–  Hangi yıl bitirdiniz Haydarpaşa’daki asistanlık eğitimini?

1999’da bitti orada uzman olarak da çalışmaya başladım devam ettim.

–  6 yıllık periyotta hem uzmanlığı götürdünüz abi hem de müziği?

Evet.

–  Daha önce yapmış olduğunuz söyleşilerinizi yakından takip ediyorum genelde . annenizin babanızın öğretmen olduğunu hatırlıyorum, bir sene erken okula başladığınızı, o konuda biraz zorlandığınızı hatırlıyorum. Bir de hastaneden konserlere yetişirken zaman zaman arabada kıyafetinizi giydiğinizi okumuştum bu da çok ilginçti. 

Öyle oluyor tabi, asistanlığın ağırlığını biliyorsun dolayısıyla zaman benim için çok önemliydi yani, orada mesai bitimi ondan sonra öbür işe yetişme. Çok sıkışık zamanlarda bir koşuşturma içerisindeydik ama keyifliydi. O koşuşturma içerisinde arabayı kullanırken üstümü değiştirdiğimi çok hatırlarım.

–  Haydarpaşa’da uzman hekim olarak çalışırken, poliklinikler, ameliyatlar olurken  sanatsal faaliyetler, biraz daha sanat alanında tanınmanız, bu ikisi arasında mekik dokurken çok farklı diyalogların geliştiğini hatırlıyorum hastalarınızla, hani gelen hastaların hoşuna gitmesi, şaşırmaları falan çok olmuştur.

Evet, tanınmaya başladıkça çok keyifli hatıralar anılar birikmeye başlıyor. Tabii orada biz bir taraftan acilde nöbet tutuyoruz. Ondan sonra ertesi gün Caddebostan’da Gösteri Merkezi’nde konser veriyoruz hastalarımızla orada karşılaşıyoruz ya da orada konser verdiğimiz hastalarla hastanede karşılaştığımız oluyordu. Dolayısıyla bu karşılaşmalarda biriktirdiğimiz çok anılarımız oluyordu.

–  İstanbul Tıp Fakültesi Anestezi Anabilim Dalından Mert Şentürk hoca ile nasıl bir arkadaşlığınız oldu?

–  Kendisi benim konservatuardan sınıf arkadaşımdır. Şuanda da öyle midir bilmiyorum ama bizim zamanımızda fakültede sosyal kollarımız çok aktifti. Zaten orada başladım tıp fakültesinin 4. sınıfında batı müziği korosu vardı .

–  Koro hâlâ var. Kimler okuyordu hocalardan hatırladığınız var mı?

Yani şuanda eskilerden kimse kalmamıştır, değişmiştir. Anatomi hocaları vardı, öğrenciler vardı. Hepsi bir yerleri kazandılar. Şuan çoğu bir yerlerde hocalar ya da uzman hekimlik yapıyorlar.  İşte Mert’le orada karşılaştım. Mert de o koronun yöneticilerinden birisiydi, benden üst sınıflardaydı. Birlikte başladık konservatuar sınavlarına girdik. Yaklaşık on beş hekim arkadaşla birlikte gittik İstanbul Devlet Konservatuarı’na. Hem koroda çalışıyorduk hem de bir taraftan TRT gençlik korosunda gidip söylüyorduk bu on beş kişi. Aynı zamanda da konservatuar sınavına başladık on beş kişi girdik, aşağı yukarı 7 – 8 kişi kazandık. Ama tabi onların çoğu üst sınıflarda olduğu için okulu bitirince müziği bırakıp çoğu ya Amerika’ya gitti ya uzmanlık sınavını kazandı ya şehir dışına çıktılar vesaire. Mert ve ben kaldık. Mert de İstanbul Tıp Fakültesi’nde anesteziyi kazanınca devam etme şansı oldu. Ben o sırada öğrenciydim onunla birlikte konservatuvara gidip geliyorduk o konservatuvarı ikimiz bitirdik ama o sonra tabii akademisyen oldu orada akademisyen olarak hayatına devam etti, pek müzik ile ilgilenmedi doğrusu.

 Siz de tıbbın değil de müziğin daha ağır basmasını sağlayan neydi, sizin motivasyon kaynaklarınız neler oldu?

Yani biraz hayatın götürdüğü yere gittim ben. Orada böyle Mert’ten daha fazla bir şey yapmadım. ‘Kader biraz’ demeliyiz .

–  Hayatınızda dönüm noktası olduğunu düşündüğünüz şeyler oldu mu? Karşılaştığınız insanlar, farklı bir başlangıç.

Tabi, yani. Hocam Melek Çeliktaş özelikle bu konuda çok önemli. Melek Hanım benim müzikteki hem birikimimi sağlamak açısından hem kontaklarımı, ilişkilerimi sağlamak açısından çok önemli oldu. Sonra hemen arkasından kurduğum ekip çok önemli oldu. Yani Mert’ten belki biraz farkım konservatuardaki ekip arkadaşlarımızdan oluşan bir grup Turkuaz.  Onlarla aktif olarak sahne hayatına başladık. O belki benim müzikle çok daha ağır basacak bir sürece girmeme yardımcı olmuştur. Daha sonra işte ne olursa olsun bitince bizim mecburi hizmete gittik .

–  Nerede yapmıştınız?

Şanlıurfa Devlet Hastanesi’nde.

–  Zaten Urfalısınız değil mi?

Evet, ondan sonra tekrar konservatuara geri gelme, tekrar müzikle uğraşma hayalim benim aslında en büyük motivasyonum oldu. İstanbul’da tekrar eğitim almamı, bir uzmanlık kazanma mı sağladı .

–  Bu mecburi hizmet çalışması pratisyen hekim olaraktı değil mi?

Evet pratisyen olarak mecburi hizmetimi yaptım. Uzman olarak da Haydarpaşa’da kaldım, devam ettim .

 Bu güzel bir fırsat olmuş çünkü kopma olabilir  onu soracaktım.

Tabii olabilirdi ama orada Haydarpaşa’da kaldık. Çok güzel bir tez hazırladık, tezimiz Fransa’da ödül aldı. Dolayısıyla güzel bir fırsat oldu.

 Ne üzerine çalışmıştınız?

Helikobacter üzerine. O zamanlarda daha endoskopi vesaire Türkiye’de daha yeni yeni aktifleşiyordu. Gastrik ülser etiyolojisinde helikobacter pylorinin etkisi ya da varlığı ile ilgili bir çalışma yapmıştık. O dönemde henüz cerrahların endoskopi çalışmaları yeni yeni şekilleniyordu. Endoskopi sertifikaları aldık. Bu arada İstanbul Tıp Fakültesi’nde düzenlenen kurslara katılıyorduk.  Yani bayağı aktif çalışıyorduk.  Kendi başıma endoskopilerimi yapıyordum.  O zaman beşinci sene asistanıydım, endoskopiler yapıyorduk, biopsiler yapıyorduk, biopsilerden helicobakter çalısmaları yapıyorduk. Hastaları ondan sonra tedaviye sokuyorduk tedaviden sonra kontrol endoskopilerini yapıyorduk, tekrar biopsilerini yapıyorduk. Böyle uzun bir yılı bir buçuk yılı aşan emek harcanan bir çalışma olmuştu. Burada da hocalarımın gözüne girince hocalarım da hastanede kalma yönünde fikir beyan ettiler ve hastanede çalışmaya devam ettik. Ondan sonra da hem cerrahlık hem müzisyenlik devam etti 2005 yılına kadar.  2005 yılında albüm çıkması ile beraber artık müzik iyice ağır basmaya başladı ama 2013 yılına kadar beraber devam ettim. 2013 yılında artık cerrahî yapamayacak duruma geldim. Müzikle uğraşmaktan ve ülke içindeki genel şöhretin artması sebebiyle bunun üzerine bir dönem ayrıldım. Daha sonra da tekrar şu anda Sağlık Bakanı danışmanı olarak görev yapmaya devam ediyorum.

 Bu işleri bir arada yürütebilmeniz için çok disiplinli ve sistematik olduğunuzu düşünüyorum abi, öylesiniz değil mi?

Başka şansım yok çalışmaktan başka.  Yani ne olursa olsun deli gibi çalışan bir adamım.

–  Müzik işinde de hatta bir ara haksız olduğunu düşündüğüm bir eleştiri yapılmıştı: yaptığınız düet sayısının fazlalığıyla ilgili. Bir ‘düetisyen’ muhabbeti olmuştu.

Eleştiri değil de dalga geçiyorlar. Biz de öyle işte, takılıyorlar.

Öyledir abi belki doğru ama onların bakış açısında dalga geçilen bir şey  ama benim bakış açımda büyük bir emek harcanan takdir edilecek bir şey.

Biraz kıskançlık, biraz çekememezlik, biraz hani bu işlerde biliyorsun algı yönetimi çok önemlidir. J Dolayısıyla yaptığımız iş beş – altı yıl boyunca bu arada televizyon programları yaptık. Ülkenin birçok sanatçısını konuk aldık, onlarla beraber program yaptıK, projeler yaptık. Yani bunlar öyle kolay işler değil. Herkesin öyle  hadi bakalım deyip yapabileceği işler değil. O yüzden böyle dalga geçilecek, bir şekilde kendileri açısından telafi edebileceklerini düşündükleri bir pozisyon. Ben böyle şeylere gülüp geçiyorum. Yani onlara takılmış olsaydık biz  bu yollarda defalarca tökezlemiş olacaktık. Şu anda bir sıkıntımız yok, gayet hayatımızdan memnunum.

Bu disiplininizde tıp eğitiminin nasıl bir yeri oldu? Önemli derecede etkisi vardır sanırım.

Tabii ki çok önemli çalışma disiplini vermesi açısından. Biliyorsun hekimlikte gece gündüz çalışıyorsun, kitapların arasında, etüt odalarında. Ben Atatürk Öğrenci Yurdu’nda kaldım hukukçularla, öyle acayip bir şeydi ki: masa rezervasyonlarımız vardı, herkesin masası belliydi, kitaplarımız dururdu orada. O masada inerdik işimizi halleder yemeğimizi yer ondan sonra masamıza oturur çalışırdık. Ben kendimi bildim bileli hep çalıştım, her zaman da emeğimin karşılığını aldım yani boşa gitmedi çalışmalar. Şimdi de emeğimin yıllarca süren karşılığını alıyorum ve mutluyum.

–  Eyvallah abi. Peki sanatla ilgilenişinizde, üniversite yıllarındaki o fiziksel dokunuş teması sağlayan, görünen şeyin arkasındaki altyapı neydi, geçmişte nasıl bir tohum oldu, ailenizde veya yakın çevrenizde müzikle uğraşan var mıydı?

Hiçbir altyapı olmadı, profesyonel müzikle uğraşan kimse yoktu çevremde,  olmadı.

 Peki başka sanat dallarıyla edebiyat ile mesela? Aileniz öğretmen olma sebebiyle.

Başka sanat dallarıyla da olmadı. Öyle bilinen bir edebiyat ya da bilinen bir şair bilinen bir müzisyen yok hayatımda. Yani benim geniş ailem memurdur. Hakimler vardır,  savcılar vardır, öğretmenler vardır, avukatlar vardır. Normal bildiğin Türk aile gelenek formuna uygun bir ailedir. Aile kuşağımın da bilinen ilk sanatçısı diyebilirim kendim için.

– Peki o zaman bu çekirdek nereden yeşerdi abi?  Okulda karşılaştığınız birileri mi oldu bu tohumu atan filizlendiren?

Tabii tabii okulda tamamen, tıp fakültesinde şekillenen bir durum oldu. Hani lisede falan müzik korusuna gidiyordum ama çok bariz seçkin bir şey değildi. Ama üniversitede biz dört sene boyunca çalışıyoruz bir sosyal faaliyet yapalım dedik. Ne yapalım dedik. İşte müzik geçmişimiz var, müzik korusuna gidelim dedik. Müzik korosuna gittim, oradaki arkadaşlarla birlikte başladık; onlar dediler ‘TRT Gençlik Korosu var, oraya gidiyoruz, hadi sen de gel’, gittim oraya; Gökçen Koray vardı orada koro şefi. Ondan sonra o seçmelere aldı, orada çalışmaya başladım, sonra dediler ‘hadi Devlet Konsevatuarı’nda sınavlar açıldı, akşam okulu var, orada bir şeyler yapabiliriz’, oraya gittim. Orada sınavı kazandım, girdim okumaya başladım. Devlet Opera ve Balesi’nin seçmeleri çıktı, hadi oraya gidelim dedik, oraya gittik, kazandık. Öyle öyle derken biraz kader ağlarını öre öre getirdi bu noktaya bizi. Yani hep kendi başıma bir sınavlara girdim sınavları kazandım girdim okudum.

–  Tıp fakültesindeki altı yılınızda koro ile dersler arasındaki dengeyi nasıl kurdunuz, zorlandığınız mı derslerde?

Çok zorlandım. Kaç defa Kadıköy-Eminönü vapurlarının içerisinde uyuyakalıp üç dört sefer yaptığımı hatırlarım, beni görevliler uyandırıp hadi artık sefer bitti diye beni vapurdan attıklarını bilirim. J Yorgunluktan ama seviyordum gidiyordum .

  Kaldığımız dersleriniz falan olur muydu?

Tabii yani altı ay uzatmak zorunda kaldım. Normalde altı yılda bitmesi gereken bölüm altı buçuk yıl da bitti.

– Ama genel anlamda ikisini beraber götürdünüz.

Tabii canım, elimden geldiğince.

– Bu söyleşiler yeşererek bir gün inşallah kitap olacak. Belki dergilerde basılacak. Okuyan bir çok tıp fakülteli gençler olacak. Herkes zorlanıyor bunu bilmeleri lazım. Başarıya giden kral yolu yoktur. Mesela ben hep bunu sorarım Nevzat hocaya da sordum Kemal abiye de hepimiz zorlandık sizde zorlandığınız, ben de bu işleri yaparken zorlanıyorum zaman oluşturma konusunda bazen.

İşte bunun için iki katı emek sarf edeceksin zaten. Zorlandıkları şu: yani bunu kabul etmemelerinin sebebi, bunu yapabilmek için, bir performans gösterilirken iki performans göstermen gerekiyor. Yani okulun bitti, derslerin bitti, mesai bitti, hadi kahveye kağıt oynamaya. Yok bizde böyle bir şey.  Ben ne kağıt oynadığımı bilirim ne arkadaşlarımla bir kafede barda oturduğumu bilirim ne de bir yerleri ziyarete gittiğimi bilirim. Benim öyle bir şeyim olmadı hiçbir zaman, okuldan çıktım okula girdim,  okuldan çıktım okula girdim. Boş zamanlarımda dinlenmek için gidip uyuyordum, kalkıyordum okula gidiyordum, oradan akşam gidiyordum ders çalışıyordum, sabah tekrar hastaneye. Böyle bir hayatım oldu. Bunu göze alabileceksin tabii ki ama ne diyorum ben seviyordum ikisini de bir arada yapmayı kafama koymuştum. O yüzden de böyle bir hayatım oldu başkalarına işkence gibi gelebilecek bir şeydi bu, insanlar niye bu kadar zorluyoruz kendimizi deyip yadırgayabilirler bu da bir tercihtir. Yani gider dersine çalışır, dersini verir, sıkıntıya girmez arkadaşlarıyla gezer, ondan sonra ziyaretlerini yapar; bu başka bir hayat tarzı benimki başka bir hayat tarzı. Ben bunu tercih ettim .

–  Eyvallah. O zaman uykusuzluk size ağır gelmiyor.

Gelmez çünkü ne istiyorsan onun bedelini ödeyeceksin hayatta.

 Hüsrev  Hatemi hocaya bu soruyu  sormuştum: şiir hayatınıza yük mü oldu yoksa yükünüzü alan bir şey mi oldu? diye. Kendine has bir üslubu var ya, hiç unutmam, şöyle cevap vermişti: ‘‘amortisör görevi gördü.’’

(Gülüşmeler)

Amortisör güzelmiş.

 –  ‘‘Yükümü hafifleten bir şey olarak görüyorum’’ dedi.

Tabii ama belli bir yere kadar ağırlığı var, o bilgi birikimini elde edene kadar, o ustalık dönemine gelinceye kadar sizin çok çalışmanız gerekiyor.

–  Ama sermaye oluştuktan sonra nefes alınabilir.

Şu anda keyfin sürüyorum tabii, şu anda mutluluğunu yaşıyorum ama yirmi sene boyunca bildiğin gece gündüz çalıştık yani.

–  Gönlümde yer etmiştir: ‘‘Bugün bulunduğum konum için her gün Allah’a binlerce kez şükrediyorum’’ demeniz.

Her zaman, hep şükrederim. Durduğum yerde şükrederim.

–  Bu gerçekten kaderin ağlarını ince ince örmesi. 

Ben ne diyorum sana: aklıma geldikçe her gün şükrediyorum Allah’ıma.  Bundan daha çok yeryüzünde bir insanın sahip olacağı büyük devlet başkanlıkları haricinde bir insanın arzu ettiği nasip edilebilecek ne varsa benim başım her zaman bu konuda dikti. Evlatlarım var, hekim oldum, yıllarca hekimlik mesleğini yaptım, müzisyen oldum, sahneye çıktım, bugün nereye gitsem herkesin bildiği tanıdığı sevdiği bir insan olmanın verdiği gurur, onur var. Bu Allah’ın bir lütfudur benim için. Ondan sonra yani hayat konusunda Allah’a Ne arzu ettiysem bir şekilde oldu. Bu işi para kazanmak için yapmadım hiçbir zaman ama Allah’a şükür başımı dik tutacak bir kazanç da verdi. Hiç bir gün şu parayı da şöyle kazansam, bunu da bilmem ne yapsam diye düşünmedim. Hep çalıştım. Sen çalıştıkça bir şekilde Allah sana karşılığını veriyor fazlasıyla, öyle bir durum vardı. Biz bunu biliriz bunu bilip yürüdük hep.

– Eyvallah ne güzel. Bir söyleşinizde: ‘‘sanatı çok seviyorum, müzik yapacağım, çok da iyi yaptığımı düşünüyorum, uluslararası işler yapıyorum ama hekimliği de bırakmayacağım’’ dediğinizi hatırlıyorum beş altı yıl önce.

Tabii tabii bırakmadım. Hala da devam ediyorum Yani tabii ki aktif cerrahî yapamıyorum şu pozisyonda, pozisyonun gereği. ama işte Sağlık Bakanlığı danışmanlığında Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürlüğü’nde yine hekimlik işlerimi devam ettiriyorum.

– Bu göreviniz ne zaman başladı?

Bu yeni başladı, daha bu yıl: yani 2016 yılında başladı, üç yıl ara verdim sadece hekimliğe ondan sonra Ankara’da böyle bir birim kurulduğunu öğrendim. Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürlüğü birimi, sağlık okuryazarlığının sayısının artması, arttırılması ile ilgili halkın sağlık bilincinin artması arttırılması ile ilgili bir kurum.

Bu duyarlılık aklınıza gelebilecek her şey: kanserle ilgili; meme kanseri ile ilgili, obezite ile ilgili, diyabetle ilgili, spor sağlığı ile ilgili işte bağımlılıkla ilgili, uyuşturucuyla ilgili aklında ne gelebilecekse böyle bir takım konularda halkın daha çok bilinçlendirilmesi ile ilgili, sağlık politikalarının geliştirilmesi ile ilgili çekimler yapacağız, tanıtım filmleri hazırlayacağız. Ondan sonra bu tanıtım filmlerini ülke geneline yaymaya çalışacağız hastane hastane. Belki de dolaşmamız gerekiyorsa ya da konferanslar yapılması gerekiyorsa konferanslar yapacağız ve Sağlık Bakanlığı benim yüzümü de kullanarak bu konuda halkın bilinçlendirilmesi için bazı şeyler yapacak.

– Müthiş bir imkân bu. Sizin isminizin ve hekim kimliğinizin insanlara bazı şeyleri aktarabilme tanıtabilme konusunda çok etkili olacağını düşünüyorum.  Bu etki gücü bazen kötülük yönünde de kullanılıyor:  mesela bir artist sigarayı yakıyor, çekiyor, bütün hareketleriyle, tavırlarıyla mimikleriyle bir sahnede bunu teşvik edebiliyor.

Bir de güzel örnekler var tabii mesela Yeşilay şu an bunu yapıyor.  Bunlar göz ardı edilemeyecek derecede önemli bir etki gücü olan iletişim araçları.

Tabii, bu stüdyoyu onun için kurduk zaten.

– Bu görevinizde resmi olarak bulunuyorsunuz değil mi?

Resmi olarak evet. Sağlık Bakanlığı’na bağlı devlet memuru olarak çalışıyorum. 657 yani.

–  Hastalar ile kurduğunuz diyaloglarda yaşadığınız çok derin duygular hisssettiren diyaloglar,  ilişkiler oluyor:  mesela Miyokart İnfarktüsü (kalp krizi) geçirmiş bir hasta, müdahale ettik, hasta tekrar hayata döndü.  ‘Canlarımız bizim iyi ki varsınız’ diyor. Orada aldığımız bir haz var, müthiş bir haz: savaş kazanmış komutan gibi geziyoruz. Bir de abi  elli bin kişinin önünde verilen bir konser var. Kıyaslamaktan ziyade ikisinin de ayrı ayrı neler hissettirdiğini sizin ağzınızdan duymayı çok isterim.

Her ikisine de şahit olmuş bir adam olarak hayat kurtarmanın tabii ki büyük hazzı tartışılmaz. Yani bir hayat kurtarıyorsunuz bir de hayata anlam katıyorsunuz. İkisi birbirinden farklı ama temelde aynı hazları sizde uyandıran, aynı tatmin duygusunu uyandıran şeyler ama tabii ki hayat kurtarmanın yeri bambaşka.

–  O daha mı ağır basıyor?

Tabii ki. Yani orada daha içine dönük daha iç dünyamızda sizi ilgilendiren bir durum var ama oradaki sorumluluğunuz görev bilinciniz oradaki tatmin duygusu hepsinden farklı.

– Ayşe Armanla yapmış olduğunuz bir söyleşi var. Onu çok değerli buluyorum yine. Çok güzel şeyler konuşmuşsunuz yine. Ondan da yararlanacağım bazı soruların cevabını bulma konusunda.

Nasıl arzu edersen, sen dersine iyi çalışmışsın zaten.

–  Bir reklam filminde bir başkadır benim memleketim demiştiniz, eleştirmişlerdi biraz yine.  Bununla ilgili ne paylaşmak istersiniz?

Ne güzel içten söylüyoruz işte.

–  Orada bunu çok eleştirmişlerdi.

Evet canları sağolsun. Eleştiren eleştirecek.

– Eleştirmenleri de güzel bir şey. Ortada bir iş oldu mu doğasında var bu işin değil mi?

Bunları atlattık artık biz bu işleri. Yani eleştirecekler kimisi beğenecek kimisi beğenmeyecek kimisi ses getirecek konuşacak yani bu hayatın doğası, herkesin seveni vardır sevmeyeni vardır. Bu kadar basit: o sevecek, o sevmeyecek; diyecek ki biri ben beğeniyorum diğeri ben beğenmiyorum diyecek; biri diyecek ben onun şarkılarını çok seviyorum biri diyecek ben pek hoşlanmıyorum yani bu işin kanunu, doğası bu. Hayatta hiç kimse için insanların yüzde yüzünün sizi sevmesi diye bir şey yok. Biliyorsun yani yeryüzünde en büyük düşmanları olan insanlar peygamberlerdir. Bizim Peygamber Efendimizin yaşadığı savaşları, yapılan suikast girişimlerini ne kadar büyük düşmanlarının olduğunu tarih yazar. Bu konuda hiç kimsenin böyle yüzde yüz sevilmesi diye bir şey yok. Devlet başkanlarına bakın yani yarısı seviyorsa yarısı nefret ediyordur yani böyle bir durum var.

–  Çok doğru söylüyorsunuz abi. Bir iktidar partisi iktidara gelirken insanların ancak belki yarısının oyunu alıp gelebiliyor. Tabii biz siyasetçi değiliz, biraz da yaptığımız işler insanları daha az kırıp döken işler, insanların yüzde yetmişi yüzde sekseni memnunsa müthiş bir iş yapıyoruz bence. 

Sevenin de olacak sevmeyenin de olacak. Buna alışacaksın. Ama önemli olan: sevdiklerinle beraber o yolu doğru bir şekilde, kendi inançlarına göre, kendi anlayışına göre, doğru şekilde yürümektir. Bu kadar basit. Çünkü yüzde yüz memnuniyet yeryüzünde yok. Böyle bir beklenti içinde olmamak lazım zaten .

– Doğru beklersek abes olur zaten.

Tabii ki, isteriz insanlar bizi sevsin, alkışlasın ama artık o sosyal medyanın içerisinde yaşayan insanlar olarak bunları sıkça görüyoruz yani her gün bir şekilde aldığın eleştiri, hakaret bunlarla iç içe yürüyoruz.

– Bunları kabul etmek ve ona göre davranmak gerekir .

Çok normal karşılamak gerekir. Tabii ki küfür hakaret bunlar başka bir şey. Hukuki insan haklarıyla ilgili bir boyutu var. Ama beğenmemek olabilir, başımın üstüne canı sağ olsun.

–  Sadece ses sanatçılığı yapmıyorsunuz beste de yapıyorsunuz söz de yazıyorsunuz. Bu çok değerli bir şey. Neler var bu yönde yaptığınız?

Çok var yani. Albümlerimdeki şarkıların yüzde yirmisi bana ait. Her albümde mutlaka iki şarkı kendime ait yapıyorum. Onun haricinde reklam müzikleri yapıyorum. Ben öyle besteciyim, söz yazarıyım diye ortalarda dolaşmadım hiçbir zaman. Ama kendime yetecek kadar bu konuda da her zaman onun yanında destekleyecek bir şeyler yaptım ama çok iddialı değilim bu konuda. Yani ben ‘büyük besteciyim, büyük söz yazarıyım’ değil, ben yorumcu olarak hayata atıldım, yorumcu olarak çalıştım, konservatuarda da şarkıcı olarak zaten öğrencilik yaptım öğrenimime devam ettim takdir herkesindir. Öyle bir iddiam olmadı yani.

–  Bunu yaparkenki motivasyon kaynağınız ne oldu peki? Beste yapma ya da söz yazma noktasında sizi besleyen, motivasyon kaynağınız ne oldu, nasıl yaptınız?

Doğal olarak yapıyorsunuz. Zaten işin içinde olduğunuz için yani sizde de bir şeyler birikiyor. Zaman zaman onları kaleme alıyorsunuz. Bu onunla ilgili oturup kafa patlatmak değil. Bu sahada olmakla alakalı bir şey. Ben hiçbir zaman onun üstüne yönelik söz yazacağım, şarkı yazacağım, eser yaratacağım gibi bir suni yapay bir çaba içerisine girmedim.

–  Tıp fakültesinde dahiliye, cerrahi, kadın doğum gibi derslerimizde hekimliğin teknik yönlerini bilgi ve beceri anlamında öğreniyoruz bunların haricinde olması gerektiğini düşündüğünüz, hekimlerin sosyal yönlerini, iletişim becerilerini kuvvetlendirecek, etik gibi o değerlerini keskinleştirecek ne tür faaliyetler yapılmalı sizce?

Bunun sosyal kollarla etkili bir yapılacağını, bazı üniversitelerin bu konuda başarılı olduğunu düşünüyorum ben.

–  Hangi üniversitelerin?

İstanbul Üniversitesi mesela bu konuda en başarılı üniversitelerden bir tanesi. Keza Hacettepe de öyle. Bunlar benim bildiklerim. Diğer üniversiteler hakkında çok bilgi sahibi değilim. Ama üniversiteler hekimlerine hekimlikle ilgili bilgi yüklemelerini yaparken onlara dersleriyle vesaire hekimlik ahlakı ya da sosyal ilişkilerle ilgili kendilerinin yetenekli oldukları küçük sosyal uğraşlarla ilgili öğrencileri besleyecek onların ufuklarını genişletecek muhakkak o sosyal kolların aktivasyonları mı sağlamaları gerekiyor Yani olmazsa olmaz. Çünkü hekimlik bir sanat. Aynı zamanda bir iletişim sanatı. Hasta hekim arasındaki ilişkide sizin gelen hastanın kültür seviyesine en uygun davranış modeli ile ona yaklaşımı bilmeniz için sadece mesleğinizde çok iyi olmanız yetmiyor, aynı zamanda bir entelektüel kişilik olarak da onunla odaya girdiği dakikada empati kurabilmeniz ve ona doğru hizmeti verebilmeniz açısından doğru iletişime geçmeniz gerekiyor.

–  Çok önemli.

Bunun da sosyal aktivitelerle, uygulama çalışmalarıyla, derslerle size kazandırılması lazım.

–  Sanata ihtiyacımız var mı?

Olmaz mı ya? Yani zaten hekimlik bir sanat.

–  Almanca’da ‘artz’ kelimesi hekim demek .

Evet evet .

– Köken olarak sanattan geliyor.

Tabii ki. Yani hekimlik bir sanat. İletişim sanatı var, uygulama sanatı var. Bilgilerinizi uygulamaya dönüştürme. Bir hastalığı bireye indirgediğinizde her hastanın aynı hastalıkta farklı reaksiyon gösterme durumu var. Hani ‘hastalık yoktur hasta vardır’ prensibi vardır ya; her bireyi sahip olduğu problemleri ile kişiliği ile birlikte değerlendirmeniz gerekiyor. Değerlendirebilmeniz için de sizin belli birikimlerinizin olması gerekiyor bir hekim olarak.

–  Sağlık çalışanlarına yönelik şiddette ben sizin tepki gösterdiğinizi defalarca gördüm fakat bununla beraber ‘hiç hekimlerin hakkını savunmuyorsunuz, tepki göstermiyorsunuz’ şeklinde bazı eleştirilerin de sıkça yapıldığını görüyorum.

Bana mı?

–  Evet.

Yok ben sosyal medyada yazıyorum ya. Olur mu canım sana göstereyim istiyorsan.

– Doğru söylüyorsunuz, ben biliyorum. 

Daha bir hafta önce televizyonda savunmasını yapmıştım, hatta on binlerce beğeni almış sosyal medyada da. Bunun her zaman savunmasını yapıyorum. Yani bir hekim tacizinde, saldırısında vb. olaylarda bilgim olduğu dakikada mutlaka tepkimi gösteriyorum..

–  Bu problemlerin önlenmesi açısından neler yapılması lazım, bize ne gibi görevler düşüyor?

Hekimler açısından mı sistem açısından mı sordunuz?

–  İkisine de soruyorum aslında.

Yani ortada bir hata varsa en fazla yüzde onu hekimlere aittir burada. Çok zor bir şey tabii mesleği yaparken o iletişim dediğimiz şey var ya. Yani hekime o iletişim uzmanlığının da verilmesi lazım, iletişim yeteneğinin de kazandırılması lazım. En yorgun olduğunuz dakikada bile bir şekilde hizmet verdiğiniz hastayla ya da hasta yakınıyla doğru iletişim kurabilecek düzeyde donanıma sahip olmanız gerekiyor. Zaman zaman yorgunluğumuzdan ya da o anki kendi psikolojilerimizden, sıkıntılardan kaynaklanan hizmette aksamalar, hizmette demeyeyim de iletişimde aksamalar olabilir. Bu aksamalar da karşı taraf da aynı derecede gergin ve sinirli iseler bir anda çatışmaya dönüşebilir. Ama burada ne olursa olsun bunun şiddete dönüşmesi kabul edilemez bir şey.  İstediğin kadar hekim orada stresli olursa olsun ya da iletişimi eksik olsun hastanın ya da hasta yakınlarının şiddet gösterme meselesi asla kabul edilebilir bir şey değil. Şikayet mercileri var. Eğer iletişim de sıkıntı olduğunu düşünüyorsan, hekimden memnun değilsen bunu hekimi döverek ya da hekimi taciz ederek yapamazsın. Gidip şikayetini belirtirsin, soruşturulur, bir problem varsa gerekli işlemler yapılır elbette ona göre. ‘Hekim bana kötü davrandı ben hekimi döveyim’ bu kabul edilebilir bir şey değil asla.

Tabii biz yine de mümkün olduğu kadar iletişimimizi maksimumda tutabilmek için hekimlere gerekli donanımı kazandırmalıyız. Burada ben sorumluluğu yüzde seksen sisteme koyuyorum hastaya ya da hasta yakınlarına da değil. Orada problem, hekimle hasta ve hasta yakınını şiddet kullanacak düzeye getiren sistemdedir. Yeterli güvenlik önlemlerinin alınmamış olması, hasta ve hasta yakınının o noktada doktora karşı şiddet kullanabilecek noktaya getirilmesi pürüzlerinin ortadan kaldırılmamış olmasına bağlıyorum. Çünkü zaten gergin geliyor hasta, doğal olarak o gerginliği şiddete dönüştürecek her türlü tampon sistem işlerliğini yaptığı takdirde o şiddet minimuma inecektir.

–  Adam niye sinirlenir kapıda beklemeye?

Kapıda beklemeye sinirlenebilir, personel kötü davranıyor olabilir,  belki o dakikaya kadar ailevi problemleri vardır, ailesiyle kavga etmiştir. Zaten hasta olmasından dolayı bir gerginliği vardır vesaire. Burada suçu bir tarafa atmak yanlış olur ama sistemin çok iyi kurulması gerekiyor o şiddetin başladığı dakikada da güvenlik birimlerinin çok doğru bir şekilde ayırması ve önlemesi gerekiyor bence.

– Hekim Sanatkarlar çalışmasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz abi?

Bence çok doğru bir şey. Bir kere hekimliği insanlara sevdirmek adına, hekimliğin farklı bir yüzünü göstermek adına çok doğru bir çalışma olduğunu düşünüyorum ve tebrik ediyorum sizi.

–  Bu çalışmada yer almaktan memnun musunuz?

Tabii ki yani bizi seçtiğiniz buna takdir ettiğiniz için de ben teşekkür ediyorum.

–  Estağfurullah. Değerli vaktinizi bize ayırdınız. Çok güzel şeyler konuştuk, sağ olun. Sesinize kuvvet, ilgiyle takip etmeye devam edeceğiz.

Yazar: drtalhaucar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir